Karadenizin yeşilliklerini sevenlerin kesinlikle görmesi gereken bir yer Dublin. Taşların en ufak boşluğundan yeşilliklerin çıktığı, yolun asfaltının bittiği yerde ağaçların bittiği doğa harikası bir şehir. Kalabalık nüfusu olmamasına rağmen gençlerin akımına uğrayan bu yüzden yaş ortalaması çok düşük olan Dublin birçok kişiye göre Avrupada yaşanılası şehirler arasında belkide bir numaradadır. Ben asgari ücretin Avrupanın en yüksek olan ülkesi olmasına bağlıyorum bu refahı.
Görülecek yerler:
Temple Bar: Aslında Temple Bar aslında sadece bir mekanın adıyken ünlü olduktan sonra çevredeki yakın yerlere de genel bir isim olarak hediye ediliyor. Bu civardaki barların çoğunda Guiness içip irish müzik dinlemenizi tavsiye ederim. Kendi yerli müziklerini çalan orkestranın Amerikalılara laf atmasını izlemek oldukça keyifli
Trinity Koleji:Diğer Avrupa şehirlerinin tersine çok tarihi eser görmeyi beklemeyin derim. Trinity koleji merkezde kampüsünde gezinip yorulduğunuzda nefes almanızı sağlayacak güzel bir alternatif.
Stephen's Green: Merkezdeki park gezi sırasında dinlenmek için diğer bir alternatif. Etrafındaki bölgelerde bolca restoran ve gece klübü mevcut.
Gitmişken Ulusal müzeye gitmenizi tavsiye ederim. Büyük olmayan Dublin'de bütün bu yerlere yürüyerek ulaşabilirsiniz.
Değişik birşeyler yapmak isteyenlere Jameson distilery'de kısa bir tur atıp farklı çeşitlerdeki viskilerinin tadına bakabilir. Günümüzde kullanılmayan tesisler nostaljik bir geçmişe götürebilir sizi. Zaten alkol tüketimi ve eğlence konusunda Avrupanın en üst sıradaki şehirlerinden birisi denebilir.
Sürekli yağmurlu olan Dublin'de hava güzelse hemen nehrin kenarına inin derim. Nehir boyunca yürüyüp etraftaki mekanlardan bitisine oturarak şehrin temiz havasını içinize çekebilirsiniz.
Yemek: Kendine özgü çok fazla yemeği olmadığından dolayı farklı muftaklarda değişik restoranlar bulmak mümkün. Ancak şehrin bütün sokaklarını eski ahşap mobilyaları olan barlarla kaplı olduğunu söylemeden geçemicem. Bunlardan birinde mutlaka fish&chips yiyip onlarca çeşit fıçı bira arasından ooo piti piti usulü bir bira seçip için.
Alışveriş konusunda Dublin'den çok fazla birşey beklememenizi tavsiye ederim. Beyaz koyunları ile ünlü İrlanda'nın minik yeşil koyun magnetlerinden birini alabilirsiniz. Kırılma riskini göze alırsanız Guiness bardaklarından birini de almanızı tavsiye ederim. Biri Stephen's Green'in köşesinde diğeri de Dundrum metro durağına yakın olmak üzere iki alışveriş merkezi olan Dublin'de ünlü birçok markayı bulmak da mümkün.
Şehirden kaçıp sakinlik arayanlar için trenle yarım saat mesafede olan Dun laoghaire'de liman etrafında gezinip bir sonraki kasabaya kadar yürüyerek gidebilir ordan trene binip geri dönebilirsiniz.
2 Haziran 2011 Perşembe
Çanakkale
Aslında Çanakkale'nin tahmininden sıcak havası bu şehri daha ilk bakışta çok beğenmeme neden oldu. Daha şehre girerkenki yeşillikler ve güzel manzara bu şehrin aslında iç güzellini bir nevi ilk bakışta yansıtıyor denebilir.
İzmir havasındaki kordon akşam üzeri insanların hava alıp gezinmek için çıktıkları çok güzel bir alan. Bu sahildeki güzel restoran ve barlar gecenin geç saatlerine kadar tıklım tıklım denebilir.
Hernekadar Gelibolu tarihi yarımadasına gitme şansı bulamasam da rehbersiz gidilmemesi gerektiğini her sorduğum kişi söyledi. Çanakkale içinde günü birlik tarihi yarımada turu ayarlamak mümkün. Ancak toplamı 190 km olan bu tur için 1 tam gün ayırmanız lazım.
Şehrin Anadolu yakasındaki merkezde kale içini ve Çanakkale şavaşında kullanılan topların çoğu bir açıkhava müzesi şeklinde görülebiliyor. Kalenin hemen yanındaki Nusret Gemisine binip içindeki minik kamarasında güzel bir animasyon şovuyla savaş zamanında denize nasıl mayın döşediğini ve küçük bir geminin savaşın gidişatını nasıl etkileyebildiğini görebiliyorsunuz. Aynı şekilde kalenin içinde de savaşla ilgili gösteriler ve canlandırmalar inanılmaz.
Konaklama konusunda tavsiyem kordona yakın yerlerde kalmanızç Merkezdeki öğretmen evi uygun bir seçenek. Otellerden ise Akol ve Anzac oldukça merkezi. Benim kaldığım Anafartalar otel de feribot iskelesinin dibinde. Deniz manzaralı odadan boğazı seğretmekse muhteşem(Bkz. aşağıdaki resim).
İzmir havasındaki kordon akşam üzeri insanların hava alıp gezinmek için çıktıkları çok güzel bir alan. Bu sahildeki güzel restoran ve barlar gecenin geç saatlerine kadar tıklım tıklım denebilir.
Hernekadar Gelibolu tarihi yarımadasına gitme şansı bulamasam da rehbersiz gidilmemesi gerektiğini her sorduğum kişi söyledi. Çanakkale içinde günü birlik tarihi yarımada turu ayarlamak mümkün. Ancak toplamı 190 km olan bu tur için 1 tam gün ayırmanız lazım.
Şehrin Anadolu yakasındaki merkezde kale içini ve Çanakkale şavaşında kullanılan topların çoğu bir açıkhava müzesi şeklinde görülebiliyor. Kalenin hemen yanındaki Nusret Gemisine binip içindeki minik kamarasında güzel bir animasyon şovuyla savaş zamanında denize nasıl mayın döşediğini ve küçük bir geminin savaşın gidişatını nasıl etkileyebildiğini görebiliyorsunuz. Aynı şekilde kalenin içinde de savaşla ilgili gösteriler ve canlandırmalar inanılmaz.
Konaklama konusunda tavsiyem kordona yakın yerlerde kalmanızç Merkezdeki öğretmen evi uygun bir seçenek. Otellerden ise Akol ve Anzac oldukça merkezi. Benim kaldığım Anafartalar otel de feribot iskelesinin dibinde. Deniz manzaralı odadan boğazı seğretmekse muhteşem(Bkz. aşağıdaki resim).
Bozcaada
Bozcaada'nın beklediğimden daha güzel olduğunu söylemem lazım. Geyikli iskelesinden 2 saate bir kalkan feribotlardan birisine binerek veya Çanakkale'den kolayca geçebilirsiniz. Feribot araçla da binme seçeneğini sunuyor. 1 saat süren yolculuktan sonra Bozcada kalesinin yanındaki iskeleye yanaşırken mutlaka resim çekmeyi ihmal etmeyin.
İskelenin yanındaki ilk durağımız da kale elbette. Olağanüstü korunmuş kalenin aslında kimler tarafından yapıldığının hala bilinmemesi çok enteresan.Fenikeliler, Cenevizler ve Venedikliler tarafından kullanılan kale, bugünkü görünümünü Fatih Sultan Mehmet döneminde var olan kalıntılar üzerine tekrar inşa edilmesiyle almış. Kanuni Sultan Süleyman ve 2. Mahmut zamanlarında ise yeniden onarılmış. Kale içi ve dışı çok keskin hatlarla belli olan kale Kültür Bakanlığına ait olmadığı için müzekartla geçerli olmasa da girmenizi tavsiye ederim.
Bir sonraki durak iskelenin hemen yanındaki balık lokantaları. Açlığınızı muhteşem bir ziyafetle gidebileceğiniz lokantaların hepsi her çeşit balık ürününü ve zeytinyağlı mezelerini süper yapıyor. Fiyatları çok uygun olmamakla beraber sanki anlaşmalı olarak menülerini hazırlamış gibi aynı hesabı getiriyor.
Biraz gezintiye çıktığınızda yunan adaları havasını veren beyaz sıvalı mavi ahşap çerçeveli pencerelerle kendinizi başka bir ülkede bile hissedebilirsiniz.
Sokaklar arasında gezinirken karşınıza çıkan Meryem Ana Kilisesi yörenin Ortodoks inançlarını hala sürdürebildiği bir yer olarak faaliyet göstermektedir. Pazar hariç hergün ziyarete kapalıdır.
Adanın merkezinden uzaklaşmak isterseniz eğer aslında buraya arabayla gelmek iyi bir çözüm olabilir. Merkezden biraz uzaklaşında üzüm bağlarını görebilir veya adanın güzel sahillerinde yüzebilirsiniz.
Adaya giden herkes gibi ben de Bozcaadanın meşhur şaraplarından almayı ihmal etmedim. Ünlü Talay ve Corvus şaraplarını aslında birçok markette bulabileceğiniz için tavsiyem sadece adada satılanlardan almak olabilir. Ben alternatif olarak Ataol ve Gülerada'nın şaraplarından da aldım.
Hernekadar ben adaya günübirlik gidip kalmasam da çok sevimli butik oteller ve pansiyonlar gördüm. Birçok web sitesinden aslında bunları ayarlamak mümkün. Ama http://www.bozcaadarehberi.com/ adresi aslında birçok aradığınız detaylı bilgiyi bu konuda size sunuyor.
Dönüş feribotunda herkesin o güneş çarpmış yorgun halini seyretmek aslında ayrı bir keyif. Dönüş yolculuğumuzdaki Geyikli-Çanakkale yolu ise herkesin bir kez geçmesi gereken muhteşem bir yol bence.
İskelenin yanındaki ilk durağımız da kale elbette. Olağanüstü korunmuş kalenin aslında kimler tarafından yapıldığının hala bilinmemesi çok enteresan.Fenikeliler, Cenevizler ve Venedikliler tarafından kullanılan kale, bugünkü görünümünü Fatih Sultan Mehmet döneminde var olan kalıntılar üzerine tekrar inşa edilmesiyle almış. Kanuni Sultan Süleyman ve 2. Mahmut zamanlarında ise yeniden onarılmış. Kale içi ve dışı çok keskin hatlarla belli olan kale Kültür Bakanlığına ait olmadığı için müzekartla geçerli olmasa da girmenizi tavsiye ederim.
Bir sonraki durak iskelenin hemen yanındaki balık lokantaları. Açlığınızı muhteşem bir ziyafetle gidebileceğiniz lokantaların hepsi her çeşit balık ürününü ve zeytinyağlı mezelerini süper yapıyor. Fiyatları çok uygun olmamakla beraber sanki anlaşmalı olarak menülerini hazırlamış gibi aynı hesabı getiriyor.
Biraz gezintiye çıktığınızda yunan adaları havasını veren beyaz sıvalı mavi ahşap çerçeveli pencerelerle kendinizi başka bir ülkede bile hissedebilirsiniz.
Sokaklar arasında gezinirken karşınıza çıkan Meryem Ana Kilisesi yörenin Ortodoks inançlarını hala sürdürebildiği bir yer olarak faaliyet göstermektedir. Pazar hariç hergün ziyarete kapalıdır.
Adanın merkezinden uzaklaşmak isterseniz eğer aslında buraya arabayla gelmek iyi bir çözüm olabilir. Merkezden biraz uzaklaşında üzüm bağlarını görebilir veya adanın güzel sahillerinde yüzebilirsiniz.
Adaya giden herkes gibi ben de Bozcaadanın meşhur şaraplarından almayı ihmal etmedim. Ünlü Talay ve Corvus şaraplarını aslında birçok markette bulabileceğiniz için tavsiyem sadece adada satılanlardan almak olabilir. Ben alternatif olarak Ataol ve Gülerada'nın şaraplarından da aldım.
Hernekadar ben adaya günübirlik gidip kalmasam da çok sevimli butik oteller ve pansiyonlar gördüm. Birçok web sitesinden aslında bunları ayarlamak mümkün. Ama http://www.bozcaadarehberi.com/ adresi aslında birçok aradığınız detaylı bilgiyi bu konuda size sunuyor.
Dönüş feribotunda herkesin o güneş çarpmış yorgun halini seyretmek aslında ayrı bir keyif. Dönüş yolculuğumuzdaki Geyikli-Çanakkale yolu ise herkesin bir kez geçmesi gereken muhteşem bir yol bence.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)